İnsanoğlu, şikayet ve hastalıklarına tarih boyunca çare aramış ve çeşitli tedavi yöntemlerini uygulamıştır. Her nedense dün kutsadığımız tedavileri bugün küçümsüyoruz. Mesela Atatürkün hastalığını tedaviye çalışan anlı şanlı profesörlerin tedavi yöntemleri bugün garibimize gidiyor. Daha 20 sene öncesine kadar ülserini tedavi için modern tıbbın dayatması sonucu mide ve barsağını kestiren hastalara bugün acıyarak bakıyoruz ve ülseri günümüzde ameliyatla değil antibiyotikle tedavi ediyoruz. Yani tıpta mutlak doğru yok. O günkü doğrulara göre yapılan tedaviler olmasaydı, hem bugünkü gelişmelere ulaşamaz, hem de hastaları ızdıraplarıyla başbaşa bırakmış olurduk. Günümüz tıbbını geleneksel tedavilere borçluyuz. Bin yıl önce yazılan tıp kitaplarında karın ağrısı, ateşle karakterize FMF hastalığında önerilen çiğdem çiçeğinden elde edilen kolşisini günümüzde FMF, gut ve karaciğer hastalıklarının tedavisinde kullanmayı, geleneksel tıbba borçluyuz. Çünkü bu geleneksel tedavi binlerce yıllık insanlık deneyiminin eseridir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür ama gerek yoktur. Aslını inkar eden haramzadedir.
“Tıp ilmi, insanlık tarihiyle yaşıttır. Geçmişle bağları koparmadan, bilimsel hakikate ulaşma çabasında olmalıyız. Sorun modern tıbbın geçmişle bağlarını kopararak, bu birikimi yok sayması ve insanın ruh ve beden bütünlüğünü göz ardı etmesidir. İnsanlık tarihinin bir bölümünü yok saymak, varlığı eksik algılamaktır. Geleneği dışlayan, küçümseyen tüm davranışlar çağ dışı bir yaklaşımın ürünüdür”.
Geleneksel tıbbın ‘hastalık yoktur hasta vardır’ anlayışında, bünyesel farklılığı nedeniyle herkesin hastalığı farklıydı. Hekimler de hastanın dilinden ve ruhundan anlayan, onun bünyesine göre davranan kutsal bir otorite idi. Bu anlayışın hakim olduğu dönemlerde hastayı korkutan dev hastaneler, teknolojik cihazlar ve fabrikasyon ilaçlar yerine, hekimin ilgisi ve şefkati vardı. Hastaları robota çeviren yeni tıp anlayışı konu mankeni yaptığı hasta ve hekimleri geri plana iterken, hastalıkları ve kanun hükmündeki şablon tedavileri ön plana çıkardı. Seri üretimi yapılan ilaç ve teknolojinin maksimum tüketimi için, dev hastaneler fabrika gibi çalışıyor. Hastayı müşteriye indirgeyen bu yeni anlayış, korku tüneline sokulan müşteriler için satılık hastalıkları, ilaçları ve pahalı teknolojiyi dayatıyor. Hekimlik sanatı da sanat olmaktan çıkarak alışveriş merkezleri gibi dev hastanelerde seri imalata geçen konfeksiyon işine dönüşüyor.
Sevilen, sayılan ve kutsal bir otorite gibi duran hekim algısı artık yok! Hekim yüzünüze değil bilgisayarın ekranına bakarken sizinle ilgilenmiyor. Soğuk makinaların içinde, bilgisayarların teşhis ve tedavisine sunulan, ölçülüp biçilen, borsada işlem gören hastalık dünyasında yaşıyoruz. Sağlık ise paranın gücüne göre alınıp satılan tüketim malzemesi oldu. Artık hekimin ve hastanın robotlaştığı, sağlığın ise metalaştığı duygusuz ve vicdansız bir dünyada yaşıyoruz. Bu yeni dünya, kanıta dayalı tıbbı tabulaştırırken sektörün yönlendirdiği milyar dolarlık araştırmaların özeti olan bilimsel rehberleri kutsal kitaba dönüştürüyor. Dün yumurta ve tereyağını bile yasaklayan, bugünse helaldir diyen kutsal(!) metinler karşısında, hastalar ne yapacağını ve kime inanacağını bilemiyor. Araştırmaları, ilaçları ve teknolojiyi kutsallaştıran bu yeni tıp anlayışı, sağlığı korumak ve hastalıkları önlemek yerine, gittikçe büyüyen dev bir sektör yaratıyor. Sağlığın önündeki en büyük engel; hayatımızın her noktasına burnunu sokan, kurallar koyan, özgürlüğü kısıtlayan, tehdit eden ve hatta aforoz eden işte bu modern tıp anlayışı.
Modern tıbbın son yüzyılda yayılması ve hakimiyeti, bilimsel yöntemleri kullanması ve geleneksel tıbbı kayıt dışına iterek merdiven altına mahkum etmesi sonucudur. Bilimsel anlayıştan uzak simsarların elinde kadim bilgiler ve yöntemler çağdışı palavra tıbba dönüştürüldü. Sağlığın paraya ve ranta kurban edilmesi, zaman içinde her iki tıbbın da yozlaşmasına yol açtı. Karşı çıktığımız ne bilimsel tıp, ne de geleneksel tıptır. Karşı çıktığımız, paraya kurban edilen bilim ve bundan çıkar sağlayan sözde bilim dünyasıdır. Karşı çıktığımız burnunu her alana sokan, kurallar koyan, sağlığı paraya çeviren modern adı altında pazarlanan çirkin anlayıştır. Karşı çıktığımız, bilimsel anlayıştan yoksun kayıtdışı, merdivenaltı palavra tıbba, sağlık ve hayatımızın meze edilmesidir. Bilim dışı otlarla aldatmaya karşı çıkıyoruz. Bilimsel ve akademik destekten yoksun sihirli reçetelerin oyuncağı olmaya karşı çıkıyoruz. Bunun çaresi de üniversite ve akademinin geleneksel tıbbı, kadim bilgi ve yöntemleri insanlığın hizmetine sunması. Çin, Hindistan, Almanya… birçok ülke yapıyor ise biz de yapabiliriz.
Bugün modern tıbbın insan hayatının her alanını işgali karşısında tek çıkar yol olan geleneksel tıp, akademinin öncülüğünde yeniden hayata geçiyor. Kadim bilgilerin bilimsel anlayışla araştırılması, etken kimyasal maddelerin test edilmesi, randonize, çok merkezli çift kör araştırmaların planlanması, yeni tedaviler olarak sunulması ancak akademik koruma altında olabilir. Fonksiyonel bozukluklar, ağrı, obesite, stres, sigara, alkol ve bağımlılıkla mücadele modern tıbbın çözüm bulamadığı milyonlarca hastayı ilgilendiriyor. Dünya son derece pahalı akıllı ilaçlarla, nano teknolojiyle 4. endüstri devrimine giderken, her çeşit ambargonun vicdansızca uygulandığı bir dünyada alternatif çözümleri başarmak zorundayız. Başaramazsak modern tıbbın trilyon dolarlık işgalinden kurtulamayız.
Bugün biliyoruz ki, hastanelere her yıl başvuran 800 milyon hastanın çoğunun sıkıntısı, fonksiyonel ve psikolojik şikayetlerdir. Bu insanlar kendilerinde organik hastalık var zannıyla hastanelere gidiyor, modern tıp ise organik hastalık damgası vurarak bu hastalara gereksiz ve yanlış tedaviler uyguluyor. Ama her nedense kimse kalkıpta geleneksel tıbba yaptığı eleştirileri modern tıbba yapmıyor. Halbuki modern tıp bu hastaları tedavi edemediği için yani verilen ilaç ve tedaviler işe yaramadığı için bu hastalar tekrar tekrar hastanelere gidiyor. Avuç avuç içilen ilaçlara rağmen daha hipertansiyonu bile doğru düzgün tedavi edemedik. Sağlık bütçesinin önemli bir kısmını tüketen şeker hastalığında diyetler, ilaçlar, ameliyatlara rağmen sonuçlar felaket. Aynı durum obesite için de geçerli. Vasküler risk araştırmasına göre ülkemizde bypass ve stent tedavileri % 90 artmış ama kalp krizi, felç ve kalpten ölümler azalacağına tam tersine % 170 artmış yani tedavi ediyoruz diye ayağımıza kurşun sıkmışız. Biz tedavi olduk zannederken milyarlarca doları modern tıbbın patronlarına hediye etmişiz. Peki geleneksel tıbba saldıran zihniyet, hastaların kanı, canı ve gözyaşını paraya çeviren modern tıbba karşı neden tek laf etmiyor? Çünkü hastalık ve ölümden beslenen canavarın yaşaması, bunların sektörü beslemesine bağlı. Sektörde bunları besliyor. Her şey karşılıklı. Kimse bu yüzden bindiği dalı kesmek istemiyor. Milyarlarca dolarlık araştırmaları kim niye yapıyor? Kızılaya yardım olsun diye mi? Sektörün para hırsıyla yaptığı araştırma sonuçları ne ölçüde doğru? Sonuçları şüpheli çıkan ilaçlar ve yan etkileri neden gizleniyor? Ciddi yan etkilere ve ölümlere yol açtığı için toplanan ve yasaklanan ilaçları dün önerenler bugün neden özür dilemiyor? Milyarlarca dolar harcanan bilimsel kongreleri kim niye yapıyor? Sağlık sektörüne ve doktorlara dayatılan bilimsel rehberleri kim niye hazırlıyor? Ülkelerin bilimsel rehberleri niye birbirinden farklı. Bunlar bilimsel ise niye birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Dün zararlı denilen bugün nasıl yararlı oluyor. Para her şeye kadir.
Sektörün organize ettiği araştırmalar sektörün menfaatlerini önceliyor. JAMAda yayınlanan bilimsel araştırma gerçekleri tokat gibi çarpıyor : 280 bin doktor üzerinde yapılan araştırmaya göre, 2 dolarlık pizza yiyen doktorlar o firmanın ilacını 2 kat fazla yazıyor. Pizzaların dilim sayısı arttıkça yazılan ilaç oranı da artıyor. Bize de 2 dolarlık adamların yalanlarını dinlemek düşüyor. Bu yüzden sağlık bütçemizin önemli bir kısmı ithal ilaç ve teknolojiye ayrılıyor. Modern tıbba harcanan paranın son 9 yılda % 800 artmış olması % 800 sağlık anlamına gelmiyor. Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye ve sağlığa harcanan milyarlarca dolara rağmen, hem hasta sayısı hızla artıyor, hem de yaygın sağlık sorunlarının tedavisinde başarılı olamıyoruz. Burada bir çelişki yok mu?
Hasta sayısı artmış, muayene sayısı rekor kırmış herkes bununla övünüyor. Herkesin elinde dosyalar dolusu tahlil ve tetkikler, emarlar, tomografiler, anjiyo raporları… Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf! Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Modern tıp maskesi altında soyuluyoruz. Harcanan bunca para, trilyon dolarlık küresel sektörü şişirmekten başka işe yaramıyor. Artan sağlık harcamalarına rağmen, toplum daha sağlıklı değil.
Şişmanlıktan kansere, hipertansiyondan diyabete kadar bir dizi sağlık sorununa getirilen çözümler, yaşam tarzını değiştirmek yerine yaratılan sektörü daha da büyütmek esasına dayalı. Daha şimdiden, 5-6 ilacın ayrı ayrı veya bir tek tablet halinde alınacağı ilginç bir döneme giriyoruz. Sadece yüksek tansiyon için bile çok sayıda ilaca mahkum olabiliriz. Bunu alamayanların akibeti ise kötü. Yüksek tansiyon ve kalpten ölümler bu yöntemle kontrol altına alınabilirse, şeker hastalığı ile boğuşan şişman bir dünyada yaşıyor olacağız. Modern tıbbın dayattığı dünya hastalık canavarını besliyor. Modern tıp eğitimi de hastalık odaklı. Eline çekiç verdiği doktorlar çakacak çiviyi buluyor. Sağlığı kim nasıl koruyacak? Hastalıkları kim nasıl önleyecek? Tıp eğitiminde bunun karşılığı var mı?
Dalga geçtikleri geleneksel tıbbın ilk örneği olan Çin tıbbının temeli hastalıkları önlemeye ve sağlığı korumaya dayanıyordu. Modern tıbbın ne hasta o ka performans sistemi 4600 yıl önce yoktu. Hastalıkları önledikleri ölçüde maaşları artıyordu. Hekimlerin görevi hastalıktan rant sağlamak değil, geleneksel yöntemlerle ve sağlıklı beslenmeyle sağlığı korumaktı. 4600 yılda geldiğimiz yer, hekimlere taksimetre takan küresel ve modern tıp anlayışı. Geleneksel ve tamamlayıcı tıbba saldıranların korkusu, hastalıktan sağlanan rantın tehlikeye girmesi.
Modern tıbbın büyüttüğü hastalık sektörünün ABD cirosu 2.5 trilyon dolar. Dünya cirosu ise akıl almaz boyutta. Milyar dolarlık bilimsel araştırmalardan, onbinlerce doktorun dünyanın öbür ucundaki kongrelere taşınmasına kadar her çeşit harcama Kızılaya yardım olsun diye finanse edilmiyor. Trilyon dolarlık akıllı ilaç ve akıllı teknoloji pazarı modern tıbbı tüm sektörlerin önüne geçirecek.
Sonucta ne mi oluyor? Hastalıklar daha şimdiden rekora koşuyor. Kanser çığ gibi artıyor, önümüzdeki yıllarda 1 numaralı ölüm nedeni olacak. Kalp hastalıkları ise zaten 1 numaralı ölüm nedeni. Herkes anjiyo yaptırmak için sırada. Parmağa yüzük takar gibi damarlara stent taktırmak, baypas ameliyatı olmak moda oldu. Bu gidişle haftanın her günü ayrı bir uzmana ihtiyacımız olacak: Kalp, damar, akciğer, böbrek hastalıkları, kanser, diyabet…
Geleneksel tıpla dalga geçenler, bu hastaları konu mankeni yerine koyup gerekli gereksiz tetkik ve yanlış tedaviler yaptığı için her yıl binlerce insan maalesef niyazi oluyor. ABDde 3. Ölüm nedeni, modern tıbbın yere göğe koyamadığı ilaç yan etkileri ama kimse bundan söz etmiyor. İlaca bağlı milyonlarca ölüm bir yana, yan etkisi olmayan ilaç var mı? Geleneksel tıbbı hafife alanlara ve çamur atanlara hatırlatalım :
Yere göğe koyamadığımız modern tıbbın faturası, ülke ve toplumları hasta etmeye başladı. Japon başbakanı, hastalık masraflarınız ülkeyi çökertiyor, uzun yaşamak için bütceyi zorlamayın diye yaşlılara ve doktorlara yalvarıyor. Gelişmiş zengin ülkeler, ilaç ve teknolojiyi üretmelerine rağmen sosyal güvenlik harcamaları yüzünden çöküyor. Dünyadaki savaş ve kargaşanın asıl nedeni bu. Biz de ise devletimiz hasta başına yapay kalp için 400.000 Euro vermekten çekinmiyor ama bunun da bir sınırı var. 2023 yılında Türkiye sağlık sektörü büyüklüğünün 170 milyar dolara ulaşacağı hesaplanıyor. Sanmayın ki harcanan milyar dolarlar sayesinde hastalıklar tarihe karışacak. Yine hasta olmaya ve tedaviye dayalı hayat ve ölüm kaderimiz olacak. Bu paraları sağlıklı toplum olmaya harcasak daha mantıklı olmaz mı? Modern tıbbın reklam ve pazarlamasını yapan aracılar yüzünden son 30 yılda dışarıya pompalanan trilyonlarca doları ilaç ve teknolojiye harcadık. Emme basma tulumbanın pompacıları şimdi utanmadan geleneksel tıbba saldırıyor. Endişeleri trilyon dolarlık pazarın ellerinden uçup gitmesi. Halbuki hastanelere başvuran çoğu hastanın şikayetleri psikolojik ve fonksiyonel kaynaklı. Bu hastaları geleneksel yöntemlerle tedavi etsek, hastalıklara harcanan paranın çoğu ülke içinde kalacak.
Geleneksel ve tamamlayıcı tıp, bu hastalara zarar vermeden ızdıraplarını dindirecek. Bu tıbbı hafıfe alanların öncelikle hastaları sömürü aracı olarak gören modern tıbbın yanlış ve hatalarını sorgulaması ve modern tıbbın bilimsel tıp olmadığını öğrenmesi gerekiyor. Ama önce her yıl ilaç yan etkileri ve yanlış tedaviler yüzünden dünyada ölen milyonlarca insan için bunların elini vicdanına koyup üzülmesi gerekiyor.